Bir Kıvılcım Bin Umut
Öğretmen olarak Kıyıbahçe’ye atandığını öğrendiğinde Sakarya’daydı. Kıyıbahçe, Karadeniz kıyısında, Sakarya’ya üç saatlik mesafede şirin bir kasabaydı. Bir çantaya sığdırdığı eşyalarıyla, “kaplumbağa misali tüm dünyasını sırtında taşıyarak” düştü yollara. Otobüsten indiğinde burnuna vuran yosun ve iyot kokusunu içine çekti, ferahladığını hissetti. Denizin insanlara bir lütfuydu bu güzel koku…
“Yine yabancı bir yerde, yine yeni bir hayatın eşiğindeyim.” diye düşündü.
Kasabanın dar sokaklarından geçerken, sarı tabelasında “Karacaoğlan Sosyal Bilimler Lisesi” yazan binayı gördüğünde içi gururla doldu:
“Cumhuriyet… Beni Anadolu’nun köyünden İstanbul’a üniversiteye gönderen Cumhuriyet, bu kasabaya da bu güzel okulu armağan etmiş.” Artık öğretmendi. Genç kalplere sözcüklerle umut serpecek bir edebiyat öğretmeni: Hasret Kıvılcım.
Okulun bahçesine adım attığı ilk gün, meraklı bakışlarla onu süzen öğrencilerle karşılaştı. Kimileri utangaç hâlde gülümsüyor, kimileri ilk kez gördükleri bu genç ve güzel hanımefendiyi süzerken aralarında fısıldaşıyordu. Yanına yaklaşan, saçları örülü esmer kız çocuğu merakla sordu: “Hocam, siz misiniz yeni edebiyat öğretmeni?” Gülümsedi Hasret: “Evet, benim. Bundan sonra birlikte çok şey öğreneceğiz.” Dersler başladığında fark etti ki öğrenciler yalnızca bilgi değil yol gösterecek bir rehber arıyorlardı. Kimi okumaya mesafeliydi, kimi hayal kurmaya çekingen, kimi de ailesinin geçim derdiyle erken yorulmuştu. Hasret Kıvılcım; her derste kitapların dünyasını, vatan sevgisini, millete hizmet etmenin onurunu ve bir arada yaşamanın güzelliğini de anlatıyordu.
Bir gün sınıfta tahtaya şu cümleyi yazdı: “Cumhuriyet bize sadece okuma hakkı değil yaşama sorumluluğu da verdi.” Sonra öğrencilerine dönerek dedi ki: “Çocuklar; bizler bu topraklarda bayrağımız, milletimiz ve geleceğimiz için varız. Her biriniz yarının bilim insanı, sanatçısı, öğretmeni, askeri olabilirsiniz. Ama ne olursanız olun, önce vatanına bağlı, yarınları güzelleştirecek iyi birer insan olun.” Arka sıralardan Mehmet cesaretini toplayıp el kaldırdı:
“Hocam, bazen küçük bir kasabada yaşıyor olmaktan utanıyordum. Büyük şehirlerde okuyanlara özeniyordum. Sizinle hayata dair yaptığımız sohbetlerden sonra düşündüm ki belki de bizim görevimiz burada büyüyüp bu topraklara hizmet etmek.”
Hasret’in gözleri doldu. İşte öğretmenlik buydu: bir kalbin ritmini değiştirmek, bir çocuğun ufkunu açmak… Bir başka derste, şiir konusunu işlerken öğrencilere şunu sordu: “Bir şiirde yalnızca mısraları mı okursunuz, yoksa o mısraların taşıdığı ruhu mu?” O an sınıftaki Elif söz aldı: “Bence hocam, mısraların ruhunu okursak, vatan aşkını, memleket sevdasını, ailenin kutsallığını ve insanı sevmenin yüceliğini hissederiz.”
Hasret başını salladı: “Doğru söylüyorsun Elif. Şiir, yalnızca kelimelerden ibaret değildir; kelimelerin ötesinde, duyguları, değerleri ve insan ruhunun en derin titreşimlerini taşıyan bir dildir.”
Elif o dersten sonra defterine şiirler yazmaya başladı. Bir gün çekinerek defterini öğretmenine uzattı. “Hocam, bunlar size emanet” dedi. Hasret öğretmen, mısraları okurken öğrencisinin yazarlık tutkusunu fark etti. “Sen sadece yazma, sesini de duyur Elif” dedi. O gün Elif kendini ilk kez gerçek bir şair gibi hissetti.
Bir başka öğrencisi Ali, dersten sonra yanına geldi. Mahcup bir sesle, “Hocam, babam okumamı istemiyor. ‘Liseyi bitir, işine bak’ diyor. Ama ben üniversiteye gitmek istiyorum.”
Hasret Kıvılcım onun gözlerindeki kararlılığı görünce elini omzuna koydu: “Ali, bil ki bu memlekete hizmet etmenin yollarından biri de ilimdir. Sen çalış, gayret et. İnancını kaybetme. Senin yanında olacağım.” Ali, hocasının desteğini hissedince derslerde daha çok gayret göstermeye başladı.
Bir sabah okulun bahçesinde yapılan bayrak töreninde, İstiklâl Marşı okunuyordu. Öğrencilerin kimi dalgın, kimi heyecansızdı. Hasret törenin ardından sınıfta onlara dönüp şöyle dedi: “Bayrağımıza bakarken sadece bir kumaş görmeyin. O, bu ülkenin bağımsızlığının sembolüdür. O olmasa, bu ülke de bu okul da olmazdı. İstiklâl Marşı’nı dudaklarınızla değil kalbinizle, ruhunuzda hissederek okuyun.”
O günün ardından öğrenciler, marşı daha gür sesle söylediler. Günler geçtikçe Hasret Kıvılcım, Kıyıbahçe’nin dar sokaklarında yürürken yalnızlık değil umut hissediyordu. Çünkü biliyordu ki her gün bir öğrencisinin kalbine dokunuyor, gözlerinde yeni bir parıltı canlanıyordu. Akşamları odasında günün notlarını yazarken öğrencilerinin umut dolu sözleri kulaklarında çınlıyordu. Mehmet’in kararlılığı, Elif’in şiirleri, Ali’nin azmi…
Ve içinden söyle geçirdi: “Ben sadece ders anlatmıyorum; onlara bir gelecek, bir yön, bir inanç aşılıyorum. Hayallerini kanatlandırmaları için onları yüreklendiriyorum. Biliyorum ki bu kasabada yeşeren her hayal, büyüyen her umut, güzel ülkemin yarınlarına güç katacak.”
Hüseyin HATIL - Zonguldak