GEÇMİŞİN KUYTULARINDAN YÜKSELEN UMUT
Eposta :

GEÇMİŞİN KUYTULARINDAN YÜKSELEN UMUT

Hayat her daim iyi davranmıyor insana. Umudunu törpülüyor bazı demlerde. Zorluyor dimağını, zorluyor tüm gücünü. Sanki almak istiyor verdiği her şeyi geriye. Çarpıp yere kırsak da saatleri; indirip duvardan yırtsak da takvimleri, kapatıp gözümüzü görmesek de yaşanılanları, tıkayıp kulağımızı duymasak da söylenenleri değişmiyor hiçbir şey. Akıyor, akıyor zaman yine de. Akan zamanla bedenimiz de durmuyor. Akıyor hayat onun da içinden. Hâliyle yıpranıyor uzuvlar, yıpranıyor duygular, yıpranıyor söylemler. Beden yetişemiyor hayallere. Güç ve zaman yetmiyor arzu edilenleri yapmaya. Eprimiş güzel sözcükler, eleniyor umutların üzerine. Sözlerde yitiyor umut.

Bilir misin umutların yitirilmesi ne demektir? Bilir misin sonsuzluk içinde yapayalnız hissetmek nasıldır? Solar farkında olmadan hayatındaki tüm güzellikler. Ellerini çeker senden tüm sevinçler. Duyamaz olursun hayatın melodisini. Duyamazsın kapındaki seremoniyi. Yıldızlar tek tek eksilir göğünden. Yaşamın suyu kesilir. Mavi, kaçar başka iklimlere. Kendinden bile saklanma dürtüsü her geçen an büyür yüreğinde bir çığ gibi. Göç eder neşeler başka diyarlara. Hüzün damlar damlarından; hüzün, hayatının her yerine.

Yaş, kemale ermiştir belki de ermemiştir kim bilir? Ama renkler, hayatın renkleri kaçmıştır bir kere. Paletin, orada dursa ne yazar? Paleti tutacak el, paletten öte... İşte, böyle demlerde bir anda içine kaçıp mazi dehlizlerinde koşarken bulursun kendini. Tutunacak bir dal ararsın geçmişin kuytularında. Sığındığın geçmişinde bulduğun sevinçlerini yamarsın yüreğine. Sevinçlerini… Sonradan ihtiyaç duyduğunda onlarla onmak ve onarılmak için sakladığın sevinçlerini. Yıpranmış ellerin, feri kaçmış gözlerin, titreyen dizlerin seni kurtaramaz zira. Seni ayakta tutan, onlara rağmen “Hayat devam etmeli!” dedirten, o yüreğine yamadığın sevinçlerindir. Onlara tutunursun, onlarla avunursun. Onları hatırladıkça solan gözlerinde yeniden menevişler tutuşur, onlar sayesinde yıldızlar çakar bakışlarında. Onlar sayesinde güzellikler tazelenir sözlerinde, söylemlerinde.

Onun için sevinçlerine sahip çıkmalı insan. Işıyan güneşin altında boylanan mevsimi içine çekmeli mesela. Düşen cemreleri iç sularına da düşürmeli. Dallarda cıvıldayan kuş sesleriyle silkinmeli şöyle bir, kışın ağır tortusunu atmalı üzerinden.

Erkenci davranıp çiçeklenen fidanlara öykünmeli. Belki de hatırlamalı kendi gençlik hâllerini, toyluk zamanlarının heveslerini, düşlerini ve çılgınlıklarını. Ufacık bir umutla nasıl şevklendiklerini… O şevki buraya taşıyamasa da anısıyla tazelemeli ruhunu.

İnsanın güzel anıları olmalı. Onları itinalı bir şekilde biriktirmeli. Biriktirmeli gönül arşivinde. Arada bir çıkarıp yâd etmeli. Tozlanmasına izin vermemeli. Dahası yenilerini eklemeli hep üzerine. Sermayesine gözü gibi bakmalı. İçi hazine dolu höyüğünü oluşturmalı anbean.

Güzellikler aşılamalı gelen zamana. Bulaştırmalı güzellikleri. Biraz cömert davranmalı bu konuda. Bulaştıkça hayatına, hayatındakilere, çevresinde var olanlara; onlarla biraz daha çoğalmalı. Çoğalanlara da sahip çıkmalı. Bir yatırım bu; ana, yarına ve yarının getireceklerine yatırım. Unutmamalı. Yani diyeceğim o ki dün ile bugünün tadını da kaçırma. Değiştiremediğini kabullen, kabullenişin yenilere bakışında rehber olsun. Ket vurmasın yapabileceklerine. Kabullenişin can versin yeniden sana. Söndürmesin ümitlerini.

Şöyle durup bir nefes al, bir an soluklan, anda kal. O zaman yakalayacaksın kaçırdığın pek çok şeyi. Bulacaksın yeni sevinçleri.

Onun için her dem sevinçleri olmalı insanın, günbegün büyüyen sevinçleri. Tüm dünyaya yeten anılar biriktirmeli insan. Anılar… Hatırladıkça huzur veren anılar. Bir de gönül arşivi olmalı içinde güneşler bitmeyen ve ışığı tüm zamanlara düşen.

Melek GÖZTEPE - İzmir