BiTLiS
Eposta :

BiTLiS

Taşın ve Lezzetin Hikâyesi

Yıllar sonra soğuk bir şubat sabahı yeniden “Günaydın!” diyorum kadim memleketime. Uçak alçalırken ayaklarımın altına serilen bu soğuk örtü, şimdiden tüm kalbimi ısıtıyor. Çocukluğumda bayram harçlıklarını toplamak için birkaç günlüğüne ziyarete geldiğim bu şehir, şimdi öğretmenlik hayatımın bir parçası olmak için “Hoş geldin!” diyor bana.

Bitlis’e ayak bastığım an sanki taşların fısıltılarını duyduğum bir zaman dilimine girdim. Bu şehir; benim için sadece haritada işaretlenmiş bir nokta değil ruhumun ilk filizlendiği topraklar, meslek hayatımın şafağı idi. İlk öğrencilerimin ışıltısı gözümün önündeyken ilk deneyimlerimin heyecanı hâlâ bu taş duvarların arasında yankılanıyor.

Doğu Anadolu’nun kalbinde, Van Gölü’nün batısında bir inci gibi parlıyor Bitlis. Adı, efsanevi Büyük İskender’in komutanı Bedlis’ten miras kalmış; sanki o da bu vadinin güzelliğine hayran olmuş ve adını ölümsüzleştirmiş. Tarihin fırçasından çıkmış gibi duran bu şehir, haklı olarak “Vadideki Güzel Şehir” ünvanını taşıyor.

Binlerce yıllık bir geçmişin katmanları arasında yürüyorum. Urartu’nun sesi MÖ 400’lerden geliyor, Asurlular’ın ve Medler’in gölgeleri üzerimde dolaşıyor. Pers İmparatorluğu’nun ihtişamı, Büyük İskender’in rüyası, Roma’nın gücü… Hepsi bu topraklarda iz bırakmış. Ve sonra 10. yüzyılda Türklerin Anadolu’ya akın ettiği o destansı dönemde Bitlis stratejik bir kavşak olmuş. Alparslan’ın ordusunu Ahlat’ta ağırlayan bu topraklar, Anadolu’nun Türkleşmesinde sessiz ama derin bir rol oynamış. Eyyubilerin, Harzemşahların, Moğolların ayak izleri hâlâ silinmemiş gibi. Çaldıran’la Osmanlı’ya kucak açan Bitlis; imparatorluğun gölgesinde ilim, sanat ve kültürün yeşerdiği bir merkez olmuş.

Birinci Dünya Savaşı’nın acı hatıraları da var bu taşlarda, Çarlık Rusya’sının kısa süreli işgali de ama sonunda Cumhuriyet ile yeniden doğmuş bir il olarak Anadolu’nun kalbinde yerini almış.

Her köşebaşında bir tarih fısıldıyor Bitlis. Kaleler, camiler, medreseler, köprüler, kervansaraylar…

Hepsi farklı bir dönemin sessiz tanığı. Büyük İskender’in komutanı Badlis’in eseri Bitlis Kalesi heybetiyle zamana meydan okuyor. Bitlis Ulu Camii’nin 1150’den beri yankılanan ezan sesleri ruhumu okşuyor. El Aman Kervansarayı’nda İpek Yolu’nun yorgun yolcularının hayaletleri dolaşıyor sanki.

Ahlat Selçuklu Mezarlığı’nda ise bambaşka bir dünyaya adım atıyorum. Orta Çağ’dan kalma bu açık hava müzesi, Türk-İslam tarihinin en büyük ve en etkileyici anıt mezarlığı. Her bir mezar taşı, 8. yüzyıldan itibaren birer sanat eseri gibi işlenmiş. Özellikle Selçuklu Dönemi’nin taş işçiliği göz kamaştırıcı. O dönemin sanat anlayışı, İslami motiflerle birleşerek taşa hayat vermiş. Kümbetler, geçmişin önemli yöneticilerinin anıtları olarak gururla yükseliyor ve bu mezarlık, Anadolu’daki Türk varlığının en somut kanıtlarından biri. Bitlis’in daracık sokaklarında kaybolurken taş duvarların arasında bir zaman tünelinde yürüyor gibiyim. Yüksek duvarlarla çevrili, dış dünyaya kapalı geleneksel Bitlis evleri, içlerinde bambaşka bir dünya saklıyor. Kesme taştan yapılmış bu mütevazı yapılar, taç kapılarından içeri girince insanı âdeta bir sürprizle karşılıyor. Taş döşemeler, meyve ağaçlarının gölgesi… Burada nefes almak bile tarihin bir parçası olmak demek. Bitlis merkezinde ve Ahlat’ta yüzlerce tescilli geleneksel konut, geçmişin sessiz tanıkları olarak sokakları süslemeye devam ediyor.

Bitlis’in kültürel zenginliği sadece taş ve mimaride değil el sanatlarında da kendini gösteriyor. Mutki ve Hizan’ın zarif “gej” kumaşları, Bitlis’in ince işçiliğe olan düşkünlüğünün bir kanıtı. Tatvan ve Hizan’da hâlâ geleneksel tezgâhlarda dokunan seccadeler ve heybeler, geçmişten günümüze uzanan bir miras. Tatvan’ın ikonik Bitlis kuşağı, halk oyunlarının vazgeçilmezi. Bir zamanlar evlerin duvarlarını süsleyen cacım dokumaları ise geleneksel motifleriyle göz alıyor.

Çömlekçilik de Bitlis’in köklü el sanatlarından biri. Kavakbaşı ve Günkırı’nın usta ellerinde şekillenen toprak, geçmişin izlerini taşıyan çömlek ve seramiklere dönüşüyor. Ahlat’ın kendine özgü taş işçiliği ise başlı başına bir sanat. Zarafetle işlenmiş taşlar, sadece mezar taşlarını değil birçok yapıyı da süslüyor. Ahlat’taki taş işçiliği yarışmaları bu geleneğin yaşatılması için umut verici. Bitlis’in karakterini tamamlayan bir diğer unsur da yerel ayakkabı: Harik. İl merkezindeki kurslarda üretilen bu özgün ayakkabı, kültürel mirasın canlı örneği. Nesilden nesile aktarılan iğne ve boncuk oyası da Bitlis’in değerli geleneklerinden. Genç kızların ilk öğrendiği el becerilerinden olan bu zarif sanat yarışmalarla destekleniyor.

Bitlis’in sofrası da en az tarihi kadar zengin. Zahmetli olmasına karşın her bir lezzet ayrı bir öykü anlatıyor. İçli köfte, halise, lahana dolması, kabak dolması, keşkek… Saymakla bitmez ama Bitlis’e gelince mutlaka tatmanız gereken bir lezzet var: Büryan.

Rivayet odur ki IV. Murat, Revan Seferi’ne giderken Bitlis’ten geçmiş. Ordusuyla ilerlerken bir çobana rastlamış. Çoban, onlara sadece et ve süt verebileceğini söylemiş. Hemen bir tekeyi ayırmış, özenle temizlemiş, bol tuzla ovmuş. Sonra toprağı kazıp derin bir çukur açmış, içine dalları yerleştirip ateşi yakmış. Kor hâline gelince çukurun içine su dolu büyük bir kap koymuş, ardından tuzladığı hayvanı kuyuya sarkıtmış. Üzerini sıkıca kapatmış ki et, su buharıyla pişsin. Piştikten sonra padişaha ikram etmişler. Padişah bu yemeği öyle beğenmiş ki “Büryan gibi pişmiştir.” demiş. O günden sonra bu yemek sürekli pişirilmiş ve büryan adıyla anılmaya başlanmış.

Bitlis; tarihî mirası, doğal güzellikleri ve sıcakkanlı insanlarıyla ziyaretçilerine unutulmaz bir deneyim sunan nadir şehirlerden biri. Van Gölü’nün serin sularından Nemrut Krater Gölü’nün büyüleyici manzaralarına, tarihî camilerden geleneksel taş evlere kadar her köşesi keşfedilmeyi bekleyen bir hikâye… Nemrut Krater Gölü, Bitlis’e geldiğinizde görmeniz gereken yerlerin başında geliyor. Tatvan sınırlarında 2250 metre yükseklikteki bu volkanik göl, Türkiye’nin en büyük krater gölü. İçinde sıcak ve soğuk göller, buhar bacaları, buz mağaraları gibi jeolojik harikalar barındırıyor. Yazın bile bu sıcak su kaynaklarında yüzmek mümkün. Doğa tutkunları ve fotoğrafçılar için âdeta bir cennet.

Doğu Anadolu’ya yolunuz düşerse Bitlis’in eşsiz atmosferini soluyun. Bu kadim şehrin derin ruhunu hissedin. Burası sadece bir mola yeri değil keşifle dolu bir macera.

 

Güney TOKER - Isparta