AZALIŞ
“Amma da sağlammış bu duvar!” dedi babam. Ardından birkaç balyoz sesi… Yıkılmıyor. Bir daha omuz veriyoruz; yok, yine bir şey değişmiyor.
Aslında ben de bütün gücümle vurmuyorum duvara. Babamdan da utanıyorum her kolumu sallayışımda. Neyse, idare edeceğim artık. Babama da çok duygusuz görünmek istemiyorum bir yandan. Dedemle kırk yıl önce yaptıkları bu evi çabucak yok etmek istemiyorum. Zannediyorum ki babam da benim gibi düşünüyor. Bu evi hemen alaşağı etmek istemiyoruz. Balyozu duvara her vuruşunda babamın ağzından çıkardığı ses, taşlardan gelen inlemelerden fazla oluyordu bu yüzden. Böyle yapıyor çünkü duvarları şiddetle dövdüğünü göstermek istiyor bana. Evi saran her çınlamada gizliden gizliye konuşuyor babam içinden. Ben de duyuyorum dediklerini. “Yıkılmıyor baba! Yıkılmıyor bu duvarlar, sen yıkıldın gittin, bu duvarlar hâlâ ayakta!”
Elimdekileri yere bırakıp kulaklarımı kapatmak istiyorum. Faydası yok. Yere yatırdığım balyozu bu sefer de babamın iç sesi alıyor eline. Hazır ola geçiyorum hemen. Ardından gerçek bir saygı duruşu. Başım eğik… Ben de konuşmaya başlıyorum babam gibi içimden. Bu sefer de babam beni duyuyor. “Dede diyorum, kalk da tarif et şu işi bize! Nasıl yapalım evimizi senin bıraktığın yere?” Dedem, ikimizi de dinliyor şimdi. Hiçbir şey söylemiyor ama kulakları bizde. Kısa bir sessizlik oluyor. Babamın gözleri ıslak ıslak. “Bu taşlardan da amma toz çıkıyor.” diyor. Susuyorum. Onaylamak anlamında başımı sallıyorum babama bakmadan.
Ağladığını anladığımı fark ettirmek istemiyorum. Babam da anlaşılmasını istemiyor durumun. Duvarlarla ettiği kavgaya kaldığı yerden devam ediyor. “Pat, küt!” Kırmak, parçalamak için değil de ses çıkarmak için vuruyor sanki. Babam, güçlü kollarıyla bu duvarlara yenik düşüyor. Bence babam, bu dövüşü kazanmak istemiyor. O bir vuruyor, duvarlarsa on. İyi savunuyorlar kendilerini. Babam da karşı koymuyor aslında. Daha da kolaylaşıyor işleri.
Bir mola daha veriyoruz. Babam köşesine çekiliyor. Dedem de orada. Hemen babama bir havlu veriyor dedem, biraz da su serpiyor yüzüne. Babamın dişlerindeki koruma yere düşüyor ağzından. Dedem, sağ eliyle ağzının çevresini kapatıp babamın kulağına eğiliyor. Derin bir sessizlik. Fısıltısı bile duyulmayan birkaç kelime ediyor dedem babama. Babam daha da kötüleşiyor.
Bağıra bağıra ağlayacak da aslında yanında ben varım diye ses etmiyor. Hemen biraz daha ıslıyorum babamın yüzünü ki rahatça ağlasın yanımda. Babam dişlerini sıkıyor. Derince bir soluk alıp ayağa kalkıyor. Dedem hiç kıpırdamadan bize bakıyor bu arada. Babama balyozu uzatıyorum.
“İstemez!” diyor yumrukları sıkılı elleriyle duvarların üzerine yürürken. Az kaldı çarpışacaklar. Babam önündeki duvara sarılıyor. Birkaç kere burnunu çekip bir şeyler mırıldanıyor. Bütün taşlar da babamı dinliyor. Vakit yavaş yavaş geliyor. İlk hamle yine babamdan... Çıplak elleriyle duvara girişiyor. Taşlar, bu sefer babama karşı koymuyor. Elleri bağlı bekliyorlar öylece. Bir itiş kakış, az biraz hırgür. Eriyip gidiyor oturma odasının buzdan duvarları. Durmuyor babam. Hemen yan odaya, dedemin odasına geçiyor. Ellerinin sırtı kan içinde. Tabii hiç aldırmıyor. Vakit kaybetmeden orayı da deviriyor bahçeye. Yalnızca mutfak kaldı şimdi. Yerler kırmızı noktalarla dolu. Durup dinlenmek yok. Babam, son bir hamleyle evi aşağı indiriyor.
Sonra duvarlardan dökülen taşlar gibi babam da devriliyor dizlerinin üzerine. Sırtında kocaman bir kambur. Yüzünü ellerinin arasına almış. Düşünüyor. Nedense benim de omuzlarım ağırlaşıyor birden. Git gide ezilirken yükümün altında başımı dizlerimin arasına saklıyorum. Meğer bu eve yaslanıp duran ne çok şey varmış, daha iyi anlıyorum şimdi.
Babama dönüyorum. Yerinde yok. Derenin orada mı acaba, derken onu ellerinde taş parçalarıyla dedemin mezarına giderken görüyorum. Ben de ayaklanıyorum hemen. Mezarlık yakın. Hemen varıyorum oraya. Babam, evin duvarlarından kopardığı taşları dedemin mezarına diziyor. Geri dönüp birkaç iri taş da ben alıyorum. Babam, önüne bıraktığım taşlarla mezarın sınırlarını çizmeye devam ediyor.
Bahçeye bakıyorum. Evimiz, bir sürü yapboz parçası şimdi. Oyun bitti. Sahneden taşan perde, sanki her şeyin üzerine indi. Çıt çıkmıyor köyde. Bir duraksamanın içindeyiz. Anlaşılan zaman, bu evle birlikte ne varsa siliyor hafızasından. Etrafta bir hafifleme hissediliyor. Tarlanın kenarından aşağı inen dere daha bir gür akmaya başlarken rüzgâr kuvvetleniyor. Bulutlar, dağların üzerinden denize yürüyor.
Akşam oldu. Gün çekildi gökyüzünden. Babam kadar olmasa da, ben de bir parça azalmış gibiyim şimdi.
Taner KARAHASAN – İstanbul