BİR BARDAK ÇAYDA İKİ DÜNYA
Biz, farklı coğrafyalarda büyümüş fakat aynı ülküde buluşmuş iki öğretmendik. İkimizin derin sevgisi, çocuklara ve eğitime olan aşkla birleşmişti. Ege’nin sıcak ikliminde doğmuş ve büyümüş biri olarak Karadeniz, her yönüyle bana yabancıydı Trabzon’a geldiğim ilk yıllarda. Havası, toprağı, yetişen ürünleri ve dahası…
Çay da bunlardan biriydi. Çayı bardakta biliyordum. Tarladaki çayla Sürmene’de tanıştım. Tarladan bardağa çayın uzun bir serüveni olduğunu burada öğrendim. Bu uzun çay hikâyesinin ilk bilgisi, eşimin köyünde çay hasadının mayıs ayından eylül ayına kadar yağmur şartlarına göre aralıkları değişen üç ya da dört kesim şeklinde gerçekleşiyor olmasıydı. Bu kesimlerde ilk sürgünün, ilk kesimin yani mayıs çayının kalitesi tartışılmazdı. Hediyelik çaylar; işte, bu ilk kesimden yapılırdı.
Bölgenin coğrafyasını incelerken ister istemez bizim oralarla kıyaslamalar yapıyordum. Ege’nin koca koca dağları, buralarda “gaban” adı verilen küçük yüksekliklerdi. Oysa -bana göre- bu tepelere çıkınca neredeyse bulutlara dokunacaktım. Virajlar, uçurumlar, tepeler derken sırtında sepetleriyle kadınlar görünürdü. Sağlı sollu yemyeşil çay bahçelerinin içinde genciyle yaşlısıyla kadınlar narin bir eda ile çay yapraklarını topluyor veya kesiyorlardı. Yaşlılar, çay yapraklarını elle toplarken gençlerin makas kullanarak işin kolayına kaçtığını söylerlerdi.
Makasın çay yaprağına temas etmesinin çayın tadını bozduğuna inanırlardı ve bu konuda sık sık şikâyet ederlerdi. Şimdi motor sesleri yükseliyor çay bahçelerinden.
Duruşları, bakışları hatta ellerindeki hareketler bile gösterişli birer ritüeldi bu kadınların. Her birinin yüzünde derin sabır, ellerinde de bir tür içsel güç vardı. Yılların verdiği deneyimle çay yaprakları ve dallar arasındaki hassas dengeyi hissedebiliyorlardı. Çay yalnızca bir bitki değil her bir dalı; bir ömrün, bir varlığın ve emeğin simgesiydi.
Karadeniz kadınları… İçlerinde denizin gücü var sanki. Her bir yaprak, dalga dalga onlar tarafından toplanıyor; biriken güçle fabrikaya gidecek çay deryasında yerini buluyor âdeta. Gözlerim, elleriyle çayı toplayan kadınlara takıldığında anlıyordum ki Karadeniz’in rüzgârı ve zorlu coğrafyasında yetişen bu kadınlar; sadece çay toplamakla kalmıyor, doğayla bütünleşiyor, kadim bir geleneğe hayat veriyorlardı.
Seyir zamanlarım sırasında bir ara bana bakarak Karadeniz’in bütün renkleri ile gülümsedi o cefakâr kadınlardan biri. Yaşını anlayamadım ancak yüzündeki çizgilerden ve kararlı bakışlarından bu işin onda bir ömrü şekillendirdiğini hissedebiliyordum. Kadının elleri, her bir çay yaprağını öyle nazikçe topluyordu ki yıllar içinde nasıl bir sabır, dikkat ve sevgiye dönüştüğünü hayranlıkla izliyordum.
Ege’nin sıcak ama kararlı iklimine alışmış biri için Karadeniz’in havası önümde karışık bir sayfa açmış ama görüp duyduklarım içsel bir denge sağlamıştı bende.
Çay bahçelerinde onca yorgunluğa rağmen kadınlar arasında söylenen türküler, mâniler, yapılan atışmalar sabrın ve direncin yaratıcı gücünü açıkça gösteriyordu bana. Çay, sadece bir içecek değil insanları toparlayan, onlara birlikteliği aşılayan bir geleneğin, bir toprağın, bir kültürün ve Karadeniz kadınının olağanüstü sembolü olmuştu bende.
Nerede çay demleniyorsa orada misafirperverlik, dostluk, samimiyet vardır. Hele ki çay kaşığı ve çocuk sesleri eşlik ediyorsa ortama mutluluğun adıdır çay. Çaysız olmaz, çayın demlendiği yerde sohbetler de çaya dem tutar. Sohbetiniz koyu, çayınız demli, anılarınız hoş olsun.
Pınar KÜÇÜKALİ - Trabzon