BEYAZ BİR DOĞU MASALI: KARS
Eposta :

BEYAZ BİR DOĞU MASALI: KARS

“Ey Büyük Selçuklu’nun kutsal zaferi, ey Malazgirt’in ayak sesleri! Müslüman’ın imanı, Alp Arslan’ın duası, Anadolu’nun kapısı… Serhat şehrim, kıymetlim, memleketim…”

Her noktasında buram buram tarih kokan bu şehre “Menkıbeler Diyarı” da denilmektedir. Kars adı, MÖ 130-127 tarihleri arasında Dağıstan bölgesinden gelerek Kars ve çevresine yerleşen Bulgar Türklerinin Velentur boyunun Karsak oymağından gelmektedir. (Kırzıoğlu, 1982).

Evvela çocukluk anılarımda hayalet şehir olarak yer eden Ani’yi görmek için çıkıyorum yola.

2016 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak tescillenen Ani’yi gezmeye kiliselerden başlıyorum. 1001 Kilise Şehri olarak bilinen Ani’de çok az kilise ayakta kalabilmiş. Bunların en sağlamlarından olan Tigran Honentz Kilisesi’ne girdiğimde gözüme çarpan ilk şey yaşlı bir kadının elinde ölgün bir ışık yayan muma eğilmiş başı oluyor. Ayak seslerimin boşlukta yankılanması ile irkilen ve duası bölünen kadın bana doğru dönüp anlamadığım bir dilde bir şeyler söylüyor. Kadının yüz ifadesinden ve ses tonundan azarlandığımı anlıyorum. Bu azar, bana bir ibadethaneyi gezdiğimi hatırlatıyor. Bu nedenle kilisenin iç duvarlarını süsleyen freskleri daha bir saygı ve hayranlıkla inceliyorum.

Gün yavaş yavaş Ani’yi terk etmeye başladığında İpek Yolu Köprüsü’ne yöneliyorum. Tarihî İpek Yolu’nun Anadolu’ya giriş noktası olan bu köprü, zamanında Ani şehrini ticaret merkezi hâline getirerek halkını zengin etmiş. Şimdiyse Arpaçay’ın iki yakasında yâd edenlerin azaldığı kabirler, solmuş mezar taşları bulunuyor. Başımı gökyüzüne çeviriyorum. Geceye selam vermeye hazırlanan yeni ay, “Gitme vakti geldi.” diyor bana. Aklıma Ravzî’nin beyitleri takılıyor:

“Sen melek-ruhsârı görmekdür murâd ancak meger

Yohsa n’eyler gökde ey mihr ü münevver ay u gün”

Mihrümah’a veda ederek ayrılıyorum Ani’den. Şehir merkezine dönüyorum. Hava kararmış fakat asfalta ve kaldırımlara serilen beyaz örtünün yansıması sayesinde Kars sokakları ışıl ışıl. Akşam yemeğimi -tandırda kaz eti ve bulgur pilavı- yiyip öğretmenevine gidiyorum. Kuzu incik, nohut ve zerdeçalın muhteşem uyumundan oluşan “piti”, bir çeşit etsiz mantı olan “hangel”, etsiz keşkek yemeği “haşıl” Kars’a gelenlerin mutlaka denemesi gereken yöresel lezzetlerimizden.

Yediğim yemeğin lezzetinin keyfiyle yüzümde bir tebessüm oluşturan Kars Kalesi’ndeyim. Çocukluğumun heyecanla beklenen iftar topları, belimize kadar pencereden sarkıp ev ahalisine “Top patladııı!” nidasını ilk duyuran olmak için kuzenlerimle girdiğim yarış, dedemin elinden tutup gezdiğim Kümbet Camisi… Rivayet edilir ki Kars Kalesi’ne bir kere gidenin yolu eninde sonunda yine bu Serhat Şehri’ne düşer. İşte, seneler sonra yine buradayım. Rivayetin vuku bulmasının şerefine tekrar gidiyorum Kars Kalesi’ne.

Kale kalıntılarında bulunan mermer kitabeye göre Selçuklular zamanında Saltuklu Sultanı Melik İzzeddin emriyle XII. yüzyılda yaptırılan kale; tarih boyunca üç defa yıkılmış, üç defa da onarılarak günümüzdeki gibi dimdik ayakta durabilmeyi başarmış.

Kalenin doruklarına ulaşmak için taş döşemeli caddeyi geçiyorum yavaş yavaş.

Caddenin sonundan başlayan buz tutmuş merdivenleri dikkatle çıkıyorum. Kale burcundan kuş bakışı izliyorum memleketimi. Kardan yorganla mışıl mışıl uyuyan koca bir tarih yatıyor ayaklarımın altında. Surlardan esen efsunlu bir rüzgâr, beyaz bir Doğu masalı fısıldıyor kulaklarıma.

Tekrar şehir merkezindeyim. Kışın ortasında bile soğuğa aldırmadan kaldırımlarda koşturan çocuklar “gondi” ya da “gozanı gur, gel meni vur” oyunlarını oynuyorlar. Geçmişte pek hareketli bir çocuk olmadığımdan gondi, benim en sevdiğim oyundu. Evimizin önündeki küçük betona kireç taşıyla yan yana çizdiğim dört kare, benim en güzel oyun tahtam olmuştu.Ne zaman oynamak istesek arkadaşım ile buraya koşar, elimize aldığımız üçer tane taş ve cam parçasını hevesle yerleştirirdik karelerin içine. Elimizdekileri bir kare üzerinde yan yana ilk kim getirirse o, oyunu kazanırdı.

“Gozanı gur, gel meni vur” oyunu ise başka yörelerde yedi kiremit adıyla da geçen oyundu. Yedi taş üst üste dizilir. Taşın başında libeci -genellikle ebe olarak bilinir- bekler. Diğer oyuncular, topu atarak taşları devirir.Libeci, taşları üst üste koyar ve taşı deviren oyuncunun peşine düşer. Yakalarsa bu kez ebe yani libeci değişmiş olur.

Özlemle derin bir nefes alıp, çocukları oyunlarıyla baş başa bırakıp geniş şehir merkezinde yürümeye devam ediyorum. Kırk yıllık Rus hâkimiyeti sırasında askerî vilayet olarak ilan edilen Kars’ın imarı yeniden tasarlanmış, birbirini dik kesen ızgara planlı caddelerin tamamı şehir merkezine bağlanmış. Canınız sıkkınsa veya biraz yalnız kalıp düşünmek isterseniz soğuğu ve bu ferah havayı iliklerinizde hissederek istediğiniz gibi bu beyaz caddelerde yürüyebilirsiniz. Nereye, ne kadar gittiğinize dikkat etmeden, özgürce…

Sabah saatlerinde öğretmenevinin önünden taksiyle Çıldır’a doğru yola çıkıyoruz. Yolculuk buz tutan yollar yüzünden iki saati buluyor. Taksi bir restoranın önünde duruyor. Beraber içeriye giriyoruz. Yöresel eşyalarla döşenmiş iki katlı sıcak bir mekân. Masaya oturunca önümüze hemen sıcacık iki çay geliyor. Bardağı avuçlarımın içine alarak önce ellerimi ısıtıyorum. Taksi şoförü çayından yudumladıktan sonra beni orada bekleyeceğini söylüyor. Hemen ardından da karanlığa kalmamam konusunda beni sıkı sıkıya uyarıyor.

Restorandan çıkınca yüzüme çarpan soğuğun etkisiyle atkımı burnuma kadar çekiyorum. İlk anda gözüm ufuk çizgisi olmayan bu sonsuz beyazlığa alışamıyor. Kara nerede bitiyor, göl nerede başlıyor anlayamıyorum. Buzun üzerinde yürümeye çalışan kalabalığın arasına karışıyorum. Buz kalınlığının 35 santimetreyi bulduğu söylense de her an bu beyazlığın içine gömüleceğimi düşünerek tedirgin oluyorum. Sağımdan, solumdan gelinlik kızlar gibi süslenmiş atlarıyla kızaklar geçiyor. Kalabalık gruplardan ayrılmamaya dikkat ederek ilerliyorum. Az ötede buzda açılmış bir deliğin etrafını sarmış başka bir grubun arasına giriyorum. Buzu kırarak açtıkları delikten kim bilir ne zaman sallandırdıkları ağı çekmeye çalışan iki balıkçı etraflarını saran kalabalığa, ağlara takılan balıkları gururla gösteriyor. Balıkçılar Eskimo usulüyle avladıkları balıkları civardaki restoranlara götürüyor.

Bulutların arasından arada bir yüzünü gösteren güneş, gölün ardına dikilen dağlara doğru yol alırken ben de restorana dönme vaktimin geldiğini anlıyorum. Restoran kapısından girerken içeriden gelen saz sesine kulak kabartıyorum. Merakla giriyorum içeri. Köşedeki sandalyede iri yarı, esmer bir âşık, Kars’ın âşıklık geleneğinin son büyük ustalarından Âşık Murat Çobanoğlu’ndan bir türkü söylüyor:

“Neyine güvenem yalan dünyanın / Kerem’i yandırıp kül etmedi mi? On bir ay bülbülü ettirdi feryat / Gül için bülbülü lal etmedi mi?”

Konuklar gölden tutulup taze taze pişirilen sarıbalıklarını afiyetle yerken aynı zamanda saygıyla âşığın sazıyla olan sohbetini dinliyor. Taksi şoförü bıraktığım yerde oturuyor. Sabah ekmeğin arasına kaşar peyniri koyarak aceleyle kahvaltı yaptığım için karnım guruldayacak kadar acıkıyor. Şoföre yemek için vaktimizin olup olmadığını soruyorum. “Hızlıca atıştırmak gerekiyor.” diyor. Aklım sarıbalıklarda kalsa da acele ettiğimiz için hörre aşı çorbası söylüyorum. Şoför arabanın camlarındaki karı, buzu temizlemek için dışarı çıkarken ben çorbamla karnımı, âşığın sesiyle de ruhumu doyuruyorum.

“Çobanoğlu yaram döndü çıbana / Kurduğum bağlarım oldu virane Kardeşi Yusuf’u attı zindana / Kaderi Mısır’da kul etmedi mi?”

Oğuzların kışlağı ve yaylağı olan bu kadim topraklar Dede Korkut’tan Âşık Murat Çobanoğlu’na kadar nice âşıklar yetiştirmiş, nice âşık atışmalarına ev sahipliği yapmış. Ey Kars, ey Serhat Şehrim… Her noktasından tarih, her nefesinden sanat fışkırıyor. Gönlüm bu büyülü ortamdan ayrılmak istemese de bizi zorlu bir dönüş yolu beklediğinden ayaklarımı sürüye sürüye dışarı çıkıyorum.

Hoş gelişler ola,

Mustafa Kemal Paşa,

Askerin, milletin,

Bayrağınla çok yaşa.

Arş, arş, arş ileri, ileri,

Arş ileri, marş ileri

Dönmez geri, Türk’ün askeri,

Sağdan sola, soldan sağa,

Al da bayrağın, düşman üstüne

Tarih, 6 Ekim 1924. Yer, Kars Garı. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, eşi Latife Hanım ve kurmaylarıyla Cumhuriyet sancağı asılı vagonundan iniyor ağır ağır. Ata’mızın Kars’a gelişi şerefine bestelenen marş, garın her yerinde yankılanıyor. “Hoş gelişler ola!” marşına eşlik eden kızlı erkekli gençlerin oyunlarıyla karşılanan Mustafa Kemal duygulanarak Latife Hanım’a bakıyor.

Kars Garının geniz yakan kokusunu içime çekerken kulaklarımda o marş… Aynı garda şimdi öğretmen olabilmiş bir Cumhuriyet kadını olarak aynı gururu taşıyorum Anadolu’nun dört bir yanına dağılmış tüm Çalıkuşları gibi.

Resmî işlemlerimi tamamlayabilmek için birkaç günlüğüne Ankara’ya gidiyorum. Bu bir hafta içinde yaşadığım görsel şöleni biraz olsun devam ettirebilmek için yolu uzatıp trenle dönmek istiyorum. Tren hareket ederken, “Masalımız henüz bitmedi, daha yeni başlıyor.” diyerek el sallıyorum pencereden görünen beyazlığa.

Hande KESKİN - Ankara

Kaynakça:

  1. Aydemir, Y. (2017). Ravzî dîvânı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı. https://ekitap.ktb.gov.tr/Eklenti/56190,ravzi-divanipdf.pdf?0

  2. Kırzıoğlu, M. F. (1953). Kars tarihi (Cilt: 1). Işıl Matbaası. 

  3. Kırzıoğlu, M. F. (1982). Kars-Arpaçayı boyları eski merkezi Ani şehri tarihi (1018-1236), San Matbaası. 

  4. Özdemir, N. (2006). Türk çocuk oyunları, Akçağ Yayınları.