SULU ŞAKANIN ARDINDAKİ SUSUZLUK
Öğrencilerimle yaşadığım ve paylaştığım her an kıymetlidir. Her an beklenmedik bir şey söyleyebilir veya ilginç bir davranış sergileyebilirler. Böyle durumlarda bazen güler, bazen hüzünlenir ve bazen de düşüncelere dalarım. Neden mi? Çünkü bu tür anlar, öğretmenlik mesleğinin en dokunaklı ve gerçekçi yanlarını gösterir. Bu yazıda sulu bir şakayla başlayıp bizi beklenmedik güzelliklere götüren bir anımı anlatmak istiyorum.
Gümüşhane’nin Köse ilçesinde bir ortaokulda özel eğitim öğretmeni olarak çalışmaktayım. Özel gereksinimi olan öğrencilerim var. Bu öğrencilerin bir kısmı taşımalı eğitim sistemine dâhil olup köylerden servisle okula gelirken, bir kısmı ise evi yakın olduğu için yürüyerek okula geliyor.
Öğrencilerimin okuldan eve dönüşlerindeki taşıta binme süreçlerini takip ediyor, güvenli bir şekilde hareket etmelerini sağlamak için gözlem yapıyor ve gerektiğinde onlara yardımcı oluyorum.
Yine bir gün, son ders zilinin çalmasıyla hep birlikte okulun bahçesine çıktık. Köyden gelen öğrencileri evlerine göndermek için taşıtların gelmesini bekliyorduk. Bekleyenler arasında öğrencim Zeynep de vardı. Zeynep, servisle gitmediği hâlde bizimle beklemeyi; bu bekleyişlerde arkadaşlarıyla sohbet etmeyi ve onlarla oyun oynamayı seviyordu. Eve
gitmek için okuldan son çıkan öğrenci olmasına ailesinin de onayı ile izin vermiştim. O gün de arkadaşı Deniz’le sohbet ederek beklemeye başladı. Ben de bir öğrencimin ayakkabısının ipini bağlamasına yardımcı oluyordum. Deniz’in “Hasan Öğretmen’im, Zeynep’e bi şi deee!” diye seslenmesi ile onlara dikkat kesildim. Zeynep sırtında okul çantası ve bir elinde suluğuyla Deniz’i kovalıyor, bir yandan da
kahkaha atıp duruyordu. Uyaran bir ses
tonuyla Zeynep’e ne yaptığını sordum. Suluğunu sallayarak Deniz’i ıslatacağını söyledi. Ardından tekrar bir kahkaha... Zeynep, arkadaşını kovalamayı oyuna dönüştürdüğü için bundan mutluluk duyuyordu. Tüm bunları attığı muzip ama bir o kadar da tatlı kahkahasıyla taçlandırıyordu. Her ne kadar kahkahasından hoşlansam da yapmak istediği şeye müsaade edemezdim. “Zeynep!” diye seslendim. “Biz seninle bu konuyu daha önce konuşmuştuk. Arkadaşlarımızın istemediği şeyleri onlara yapmayacaktık. Hatırladın mı?” Zeynep, Deniz’i kovalamaktan vazgeçip yanıma geldi. “Suluğu eve götürmek istemiyorum.” diyerek bana uzattı. “Anladığım kadarıyla sen suluğu değil içindeki suyu eve götürmek istemiyorsun. Peki, suluğu boş götürmek ister misin?” Şaşkınlıkla “İsterim!” diye cevap verdi. Kapının hemen önünde yağmur suyu drenaj sistemi vardı. Bu sistem, yağmur suyunu okul binasından uzaklaştırmak için kurulmuş bir gider hattıydı. Suluğun kapağını açarak Zeynep’e suyu bu gider hattına dökebileceğini söyledim. Zeynep yine o mutlu hâliyle suyu döktü. Tam o sırada beklenmedik bir şey oldu. Az ötemizde kendi hâlinde yatan bir kedi, sıçrayarak yerinden kalktı ve suyu döktüğümüz yere geldi. Kedi kuyruğunu kaldırdı, suyu içip bitirdi; geriye şaşkınlıkla bakan bir Zeynep bıraktı. Zeynep’in yapmak istediği sulu şaka, aslında bir kedinin susuzluğuna çare olmuştu. Başka bir deyişle gözden kaçan bir ihtiyacın farkına varmamıza vesile olmuştu. O günden sonra okulun bahçesine sokak hayvanları için su ve mama koymaya başladık. Böylelikle sıradan gibi görünen olayların bile özel anlamlar taşıyabileceğini bir kez daha anlamıştık.