KÖKLERDEKİ RENKLER
Bir gün derste öğrencilerime “Anadolu sizin için ne demek, Anadolu deyince aklınıza ne geliyor?” diye sorduğumda uzun bir sessizliğin ardından bir kız öğrencim “Anadolu yayık ayran ve gözleme yapan teyzelerdir.” dedi.
Anadolu sevdalısı biri olarak bu cevap beni çok düşündürdü. Cevabı yanlış değildi; Anadolu’dan yalnız bir parça, bir bölümdü. Bir pencere, bir bakış… Bu dünyadaki en zengin hazinelerin, en büyük değerlerin var olduğu toprakların üstünde yaşarken yavrularımız için parçaları bütün yapmanın yollarını aramamız gerektiği kararına vardım. Onları köklerinden sulamalıydık ki derinleşebilsinler.
Bunun üzerine öğrencilerimle aylarca süren “Yerel Yeni Küresel” projesi yapacak, fark etmediğimiz nice güzelliği fark edecektik ama yetmezdi, yetmiyordu ve yetmeyecekti. Gittikçe küreselleşen, otantikliğimizin gittikçe kaybolduğu bu zamanlarda aynı platformlardan aynı dizi ve filmleri izliyor, aynı yemekleri yiyor, aynı kıyafetleri giyiyor, bize sunulan algoritmalardan ihtiyacımız olmayan aynı şeyleri satın alıyoruz. Biz, tekdüze bir insan gibiyiz. Renklerimiz soluyor. Kendimize ait olmayanı benimsedikçe köklerimizle bağımız kopuyor gibi. Oysa köklerimiz bizimle, renklerimiz yanı başımızda.
Bak, şurada ninelerimizin söylediği, kulak ardı ettiğimiz o atasözleri ve mâniler! Burada efsaneler, hikâyeler, türküler, motifler, desenler, semboller! Annemizin nakışları, komşu teyzenin kök boyadan halıları!.. İşte, sandıkta büyükannenin naftalin kokan esvapları, raflarda dedenin tozlu kitapları!..
Hele kaldır kafanı telefondan! Bak, şurada onlarca medeniyete kucak açmış Anadolu! Her gelen misafirle bir tabak daha eklediğimiz bereketli sofralarımız, imece usulü yaptığımız işler… Bereket burada bak! İnsanların birbirini kucakladığı, bir olduğu, birken binbir olduğu, muhabbetin bereketi!..
Burada, anda ve demde kalanlar, hoşgörüyle süren kırk yıllık dostluklar, hatırlar, emek dolu terli alınlar, ekmeğini pay edenler, derdine şifacılar, heybene katıklar! Şurada ağacın, kuşun, kurdun dilinden anlayanlar, “zemheri ayazını, aprilin beşini, martın dokuzunu” bilip ayağını yorganına göre uzatanlar! Bak, burada yasını da bayramını da beraber yaşayanlar, ölümden doğuma âlemin bilgisini ruhuyla bilenler! “Bu da geçer ya Hu!” diyenler, her cümlesinin sonuna şükür ekleyenler ve hikâyelerin sonunda iyilerin elbet kazanacağına inananlar!
Hele bir soluklan! Bak, binlerce yılı aşmış geleneklere! Her şeyin başladığı bu topraklarda gel canım kardeşim yeniden başlayalım hikâyemize! Gel, Hüma’nın kanadına! Sanatın, zanaatın, aşkın, medeniyetin, felsefenin, tarihin başladığı toprakları yeniden keşfedelim. Yeniden aslımıza dönelim.
Mevlana’nın dediği gibi “Bir ayağımız sağlamca dursun Anadolu’muzda, bir ayağımız da dolansın yetmiş iki milleti.” Kökler sağlamlaştırsın bizi. Ayağımıza dolanan güzellikler olsun sadece. Sahi, ne varsa güzellikten yana bu topraklarda pişmemiş miydi?