BAHT
Eposta :

BAHT

Ucu bucağı görünmeyen bir boşluk, bu boşluğa isyan edercesine baş vermiş otlar… Bir düşteyim. Düşüncelerimin bana en güzel hediyesi mi bu gece? Yürüyorum ayaklarım yalın, tenim buğday, yüreğim serin.

Bir çocuğun rüyasındayım. Alparslan’ın açtığı kapıdan girmiş; kendimi, düşlerimi, sözlerimi, sevinçlerimi, hüzünlerimi, tınıları ve de duyguları hissederek yürüyorum. 1071’de açılan bu kapı hayatımın süzgeci âdeta. Yürüdükçe büyüklüklerimden sıyrılıp özüme dönüyorum.

Âşık oluyorum bu yolda. Yüreğimde alev alev yanan bir ateş kor hâlinde. Biraz dinleniyorum, güneşe bakıyorum. Biliyorum içimi yakan o değil lakin onu suçlamak benim yüreğime bir poyraz gibi esiyor. Âşık oluyorum bu yolda, o tını eşlik ediyor yoluma: “Soramadım bir çift sözü, Ay mıydı, gün müydü yüzü?”

Gayrı kalıyorum bu yolda. Özlemi, hasreti nefes gibi dolduruyorum ciğerlerime. Özlemin de vuslat kadar değerli olduğunu öğreniyorum. Vuslata yürürken ayağıma batan dikenlere tamahım yok, sebatım bu uçsuz bucaksız coğrafyanın bana güzel bir hediyesi. Gayrı kalıyorum lakin garip değilim bu yolda. Uçan kuşlara haykırıyorum:

“Telli turnam selam götür, Sevgilimin diyarına.”

Anadolu benim, ben de Anadolu. Toprağı bire bin verir, bereketlidir. Her adımı insan kanıyla, sevgiyle, hasretle, ana yüreğiyle, baba şefkatiyle, gurbetle, yarınlara olan umut ile yoğrulmuştur. Bozkır da benim, hırçın dalgaları ile Karadeniz de. Evladını vatanı için toprağa vermiş anne de benim. “ Vatan sağ olsun!” diyerek tek gözyaşını dökmeyen vakur baba da benim, Çanakkale’de adını bilmediğimiz nice kahraman da benim, Nene Hatun da benim, Halide Edip Adıvar da benim, Neşet Ertaş da benim, Fethi Sekin de benim, Aziz Sancar da benim, Bedri Rahmi de benim, Ömer Halisdemir de benim, Eren Bülbül de benim, Alparslan da benim, Fatih Sultan Mehmet Han da benim, Mustafa Kemal Paşa da benim.

Anadolu benim, ben de Anadolu. Mutlu oluyorum bu yolda, yalnız değilim bu sefer. Sevdiklerim var yanımda; gülüyorlar, eğleniyorlar benimle beraber. Sevdiğim yâri yoldaş bilmişim, ortak oluyorlar sevincime. Sarı ışıklar var karanlığı aydınlatan, çocuklar da şen, büyükler de. Zeybek havası duyuyorum, efeler gibiyim düşümde. Horon sesi duyuyorum, tulumda buluyorum hislerimi. Davul sesi var düşümde, herkes sevinçle bana bakıyor.

“Anadolu sevip de kavuşamamaktır.” diyor şair. Mutluluğum seni yanıltmak için değil ey ozan, yâren olmanın verdiği huzur var bu akşam içimde!

Bir sınava giriyorum bu iki kapılı handa, en tecrübeli öğretmenim, bu coğrafya benim. Kalp kırıklıklarını bir kenara bırakıp umuda bağlanıyorum. Helal yiyor, güzel konuşuyor, çocuk sevindiriyor, başkasının yarasını derdim biliyor, düşene elimi uzatıyor, büyüklerimden hürmetimi eksik etmiyor, okuyor, üretiyor, seviyor, vefayı öğreniyor, şükrediyor, koruyor, türkü söylüyor, hatırı 40 yıl olsun diye kahve içiyor, dinliyor, onlara bir şeyler anlatıyor, suyumu kazanıp da ekmeğimi bölüp de yiyorum. Sesim de oluyor, sessizliğim de. Yürüyorum bu handa, kulağımda Şatıroğlu Veysel ile:

“Dost dost diye nice nicesine sarıldım,

Beyhude dolandım ey yâr, boşa yoruldum,

Benim sadık yârim kara topraktır.”

Anadolu’yum ben. Damarlarımdaki kan, sazımdaki tel, ağlayan bülbül, kırmızı gül, odamdaki kireç, Ağrı’daki güvercin, Tokat’taki ceviz ağacıyım. Anam cefakâr, babam yüreklidir benim. Kız kardeşimin belindeki kuşak, erkek kardeşimin nasırlı elleridir Anadolu.

Bir düş gördüm düşümde, yürüyorum ayaklarım yalın, tenim buğday, yüreğim serin.

Anadolu bahtımızdır, açık olsun.

 

Selçuk Akçay - Sakarya