TÜRK EDEBİYATINDA YAZAR ÖĞRETMENLİK GELENEĞİ
Öğretmenlik sadece bir meslek değil bir gelenektir kökünü ve birikimini çağlar öncesinden alan. Bu geleneğin bir ferdi olmaktan her öğretmen gurur duyar.
Nizamülmülk’ten Tapduk Emre’ye, Akşemsettin’den Atatürk’e kadar toplumlara, çağlara şekil ve düzen veren bu gelenekte biz öğretmenlerin tavrı, düşünceleri, hayat algısı öğrencilerimizden ailelere, ailelerden topluma dalga dalga yayılır.
Öğretmen, öğrencileriyle çoğalır. Her sabah birçok evin kapısı öğrencisine giden okul yoluna açılır sevinçle. Her öğretmenin akşamdan dersi için hazırlık yapması, ertesi güne ve geleceğe, yaşamda güzel olan her şeye karşı beslediği ümidi ve inancıdır. İçinde geçmişi, yaşanılan anı ve geleceği barındıran öğretmenlik; sadece bilgi vermeye dayanan bir meslek değil aynı zamanda toplumsal değerleri, kültürü ve insanlık mirasını gelecek nesillere aktaran bir misyondur. Öğretmenler, bu görevlerini yerine getirirken geçmişten gelen birikimleri, deneyimleri ve öğretileri harmanlayarak öğrencilere rehberlik ederler. Mazi, öğretmenin kılavuzluğunda öğrencilere sunulan bir hazine gibidir. Buradaki “mazi” ifadesi geçmişi olduğu gibi alıp bugün uygulamak değil; geçmişin bilgi ve birikimini, tecrübelerini çağın gerektirdiği şekilde, millî kimliği koruyarak bugüne uyarlamaktır. Bu nedenle modern öğretmen, çağının bilgisini, geçmişin bilgeliğiyle birleştirerek güçlendirir. Kadim mesleğimizin maziyle olan bu derin bağı, öğrencilere akademik bilgiyle tarihî süreci, kültürü ve insanlık hikâyelerini de öğretme fırsatı sunar.
Öğretmenlik mesleğinin tarihine baktığımız zaman birçok yazar öğretmenin olduğunu görürüz. Meslek geleneğinde serde hem öğretmen hem de yazar ve şair olmak vardır. Yazarlık ve şairlik, öğretmenlik mesleğinin ruhuna en uygun sanat alanlarıdır. Öyle ki hiçbiri; birini diğerine tercih etmemiş, yollarına gönüllerini besleyerek bu mecralarda devam etmişlerdir.
Cumhuriyetin ilk öğretmenlerinden Ahmet Hamdi Tanpınar ile başlayalım ki onun rüya ve zaman imgeleriyle günümüze kadar gelebilelim. Tanpınar’ın sınıfının arka sırasında oturan şakacı öğrenciyi tanıdınız mı? Evet, bir yerden tanıdık geliyor. Türk şiirinin yerleşik kurallarını, geleneklerini kökten sarsan Orhan Veli o. Burada Tanpınar’ın ve Nazım Hikmet’in değerli edebiyat öğretmenleri “Kökü mâzide olan âtiyim.” diyen Yahya Kemal’i de yâd edelim. Mesleğin de böyle kalıcı bir tarafı var. Biz öğretmenler öğrencilerin yüreklerine öyle tohum atarız ki bir sonraki kuşağın bahçesine sarkan dallarımızla serin bir gölge oluruz.
Kabataş Lisesinde kara tahtanın başında bir edebiyat öğretmeni var. Türk şiirinin temel taşlarından biri olan Behçet Necatigil’in ta kendisidir o. Sevgileri yarınlara bırakmayın, dedi fakat birikimini kendinden sonraki kuşaklara bırakarak Demir Özlü, Hilmi Yavuz gibi öğrencilerine Türk şiirini emanet etti. Rıfat Ilgaz “Sınıf”ta yoklama alıyor “Sizi ben yoklama defterinden öğrendim haylaz çocuklarım.” diyerek. Zilleri çalacak birazdan Zeki Ömer Defne. Eğer kulağınıza uzak köy yollarından yağız atlarının kişnediği, gıcırtılı bir araba sesi geliyorsa yolu biraz açalım çünkü gelen Anadolu hanlarını ve ozanlarını çok iyi bilen öğretmen Faruk Nafiz Çamlıbel’dir.
Bu yol, yolcusuz kalmaz öğretmenim. Bekle, bak yıllarca Anadolu’yu adım adım bilgiyle işleyen Reşat Nuri geliyor! Bilgiyi merhametle harmanlayan hanım hanımcık öğretmenleri Çalıkuşu’nun Feride’si ve Acımak’ın Zehra’sı da ona eşlik etmekte bu yolda. Yol değil; sanki çağdaşlaşmaya, şuurlanmaya dair bir resmigeçit bu. Birazdan “Benim için ‘anneciğim’ seslenişiyle ‘öğretmenim’ seslenişi aynı kıymettedir.” diyen, yüce annelik duygusu ile öğretmen sevgisini yüreğinde bütünleştiren Halide Nusret Zorlutuna ve “Küçük Dostları” geçecek. Ardından Niksar’dan kavun taşıyan kamyonların birinden el sallayacak Cahit Külebi. Şimdi de meslekten kopamayan ve yaş haddinden emekli olan Orhan Şaik Gökyay geliyor. Serde öğretmenlik var ya, illaki soru soracak: “Bu Vatan Kimin?” Bu geleneğin onurlu neferleri, bugünün öğretmenleri olarak cevap verelim rol model öğretmenimize: “Bu vatan toprağın kara bağrında / Sıra dağlar gibi duranlarındır.” Bu vatan, Türk bayrağının dalgalandığı her okul bahçesinde koşan öğrencilerin ve onları sınıfta kara tahta/akıllı tahta başında bekleyen biz öğretmenlerindir. Alkışlar eşliğinde geliyor Sivas’ın Tecer Dağlarından Âşık Veysel’imizi keşfeden ve onu bize, bütün Türkiye’ye tanıtan Ahmet Kutsi öğretmenimiz. Kolunda Köy Enstitülerinin Müzik Öğretmeni Âşık Veysel, bizim Veysel... Hepsi bu kadar mı? Yazsam sayfalardan taşacak, ciltler oluşturacak nice yazar öğretmen meslektaşımız var gururla anacağımız... Kim böyle bir resmigeçidi seyreylemek istemez ki? Kim istemez bir defa da olsa onların dersine girmek, onların öğrencisi olmak?
Gelenek çok engin, meslek çok kadim... Çünkü bu toprakların mayası ilimle, bilgiyle, hoşgörüyle karılıp yoğruldu. Nice yazar öğretmen yetişecek bu topraklardan ve her biri dün olduğu gibi yarın da bu toprağın sesi olacaklar. Toprağı sağlam, insanı mert Anadolu... “Özü bal olanın, bal olur sözü.” Bu yüzden yarın sabah girdiğimiz ilk derste öğrencilerimizin gözünün içine bakalım. Kim bilir arka sıralarda yaramazlık yapan bir Orhan Veli, hemen önünde Anadolu köylerinin birinden gelen sessiz Fakir Baykurt, aklı adalara ve gökyüzüne takılmış bir Sait Faik vardır. Vardır mutlaka, iyice bak öğretmenim! O cevheri ilk gören sen olabilirsin, iyi bak!
Türk edebiyatının en köklü kaynağı, en ahenkli sesi okullarımızdır. Yazar öğretmenlik geleneği, geleceğe öğretmenlerimiz ve okullarımız sayesinde taşınacaktır.
Ayşe ÇAKIR / ANTALYA