OKUMA VE YAZMANIN İŞLEVİ ÜZERİNE
Okumak, yazmak, düşünmek günlük hayatta hepimizin üzerinde en çok konuştuğu konulardandır. Konuştuğu diyorum çünkü toplum olarak ne okumada ne de yazmada istediğimiz noktaya bir türlü gelemediğimiz için iletişim becerilerimiz konuşmak üzerine kurulu. Konuşma da okuma, yazma ve dinleme gibi temel dil becerilerindendir.
Dil becerileri birbirlerinden bağımsız beceriler olarak düşünülemez. Dinlemeyi bilmeyenin konuşması dinlenmez; okumayan, yazamaz; yazmayı bilmeyen kendini konuşarak da güzel ifade edemez. Bu yüzden toplumumuzdaki konuşmaların çoğu diyalog değil monolog şeklinde gerçekleşiyor.
Türkçe öğretim programındaki son gelişme ve güncellemeler tüm bu sıkıntıların farkına varıldığının göstergesidir. İkinci sınıftan başlayan yabancı dil öğretimimizin aradan geçen uzun yıllara rağmen neden istenildiği düzeyde olmadığının cevabı ana dil öğretimindeki sorunlarda yatıyor. Çocuklarımız ve gençlerimiz ana dillerinde yeterince nitelikli eserlerle tanışamamaktan; yazmanın, konuşmanın ve okumanın sosyal hayatta onlara kazandıracaklarını keşfedememekten dolayı kelime dağarcıklarını geliştiremiyorlar. Ana dildeki kelime dağarcığının gelişememesi matematik okuryazarlığı, medya okuryazarlığı gibi alanlarda da kendini gösteriyor ve bu durum yıllar süren yabancı dil eğitimlerine rağmen yabancı dilde istenilen seviyede konuşamayan nesillerin yetişmesine yol açıyor. Dinleme, insanın ana karnında edinmeye başladığı ve yaşamı boyunca en çok ihtiyaç duyduğu dil becerisidir. Dinleme, bilinçli bir eylemdir ve seçicilik ister. Ancak sosyal hayatta hepimizin gördüğü ve hemen hemen hemfikir olduğu bir durum var. O da insanlarımız anlamak için değil cevap vermek için dinliyor. Hâl böyle olunca da ne sağlıklı bir iletişim gelişiyor ne de birbirini anlayan insanlar karşımıza çıkıyor. Ne diyordu şair? “İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır.” Bu sağırlık, hep “benim dediğim doğrudur” yaklaşımından mı yoksa dinlemenin bir dil becerisi olduğunun farkına varmamaktan mı?
İnsanoğlu yaşamının ilk yıllarında kazandığı bilgilerin büyük bölümünü dinleyerek kazanır. 0-6 yaş arası çocukluk döneminde alınan eğitim ve içinde bulunulan sosyal çevrenin sonraki eğitim yılları ve çalışma yaşamındaki etkisi günümüzde eğitim süreçlerine kafa yoran herkesin malumu. Okul öncesi eğitimin bütün becerilerde olduğu gibi dil becerilerinin gelişimindeki etkisi de son yıllarda iyice ortaya çıktığından okul öncesi eğitim seferberlikleri ile öğrencilere 3 yaşından itibaren bu beceriler kazandırılmaya çalışılıyor.
Her birey; üniversite bitirmek, sınav kazanmak, akademik olarak ilerlemek zorunda değil. Ancak her bireyin sosyal hayatta sağlıklı bir iletişim kurma zorunluluğu vardır. Ne demiş bizim Yunus:
“Söz ola kese savaşı / Söz ola kestire başı, Söz ola ağulu aşı / Bal ile yağ eder bir söz.”
Medeniyetimizin temsilcilerinden ve günlük hayattaki dinamiklerden anlıyoruz ki dil, sorunların da çözümlerin de ana unsurudur. Hiç kimse bir dili formül ezberler gibi ezberleyerek mükemmel şekilde konuşamaz. Kurduğu her yeni cümlede konuşan, o dilin yeni bir özelliğini keşfeder. Her okuduğu metinde yeni bir kelime öğrenir, dinlediği insanlardan yeni kavramlar edinir; öğrendiklerini zamanla konuşarak ve yazılarında kullanarak sözcük dağarcığını genişletir.Her bireyin kendisine yeni şeyler öğretecek metinleri ve kitapları seçerek okuma becerisine sahip olması gerekir. Bu beceri de ancak doğru bir dil eğitimi ile kazanılabilir.
Bütün bunlara bakarak diyebiliriz ki zorunlu temel eğitim ve ortaöğretimin temel amaçlarından biri her Türk vatandaşını sosyal hayatta başarılı olabilmesi için gerekli olan dil becerileri -özellikle okuma ve yazma- ile donatmak olmalıdır.
Doğukan KAYA | AFYONKARAHİSAR