MÜNİRE TEYZE
“Hülya Hanım siz misiniz?” diye sordu. “Buyurun teyzeciğim, nasıl yardımcı olabilirim?” dedim.Bir öğrencinin anneannesi veya babaannesi sandım kendisini. “Ben sizin yeni öğrencinizim.” dedi. Öğretmeni ile ilk kez tanışan bir çocuk gibi ürkek, heyecanlı ve çekingendi.
Yetişkinlere okuma yazma seferberliği başlatılmış, ben de gönüllü olmuştum. Ama bu yaşta bir öğrenci beklemiyordum doğrusu. Öğrencimdeki heyecan bu sefer beni de sarmıştı. Birlikte sınıfa doğru yürürken binbir türlü düşünce içindeydim.
Kitabı ve defteri özenle kaplayıp etiket yapıştırmış; defter, iki kurşun kalem ve bir kırmızı kalemin uçlarını açarak hazırlamıştı. Anlaşılan ilk aşamaları çabucak geçip öğrenmeye hemen başlamak istiyordu. Böylesi bir hevesi kırmak olmazdı. Bismillah, dedik derse başladık. Ağzımdan çıkan her kelimeye, her cümleye kutsal bir söz gibi dikkat kesilmesi, yazdığı her harfe aşırı özen göstermesi görülmeye değerdi. Sanki alelade bir harf yazmıyor, yüzyıllar sonra bile okunacak bir tablete yazı yazıyor gibiydi. Her harf için son derece dikkatli davranıyor ve her seferinde mahcup bir ifade ile bakıp benden onay bekliyordu. Yazdığı her harfi seslendirmek, heceleri birleştirmek ve benden onay almak öğrencimi çok mutlu ediyordu. Daha önce yüzlerce öğrenci ile yaptığım bu çalışmalar şimdi bana çok farklı geliyordu.
Münire teyze ile derslerimiz ilerledikçe kısa molalarda sohbet ediyorduk. Neredeyse torunu yaşındaydım ama onun bana hitabı son derece saygılıydı. Bakışlarındaki minneti ve ettiği duaları hâlâ hatırlarım. Hiç okula gitmemiş, küçük yaşta evlenip çoluk çocuğa karışmış, kocaman bir ailenin yükünü yıllarca omuzlarında taşımıştı. Yetmiş yaşını çoktan geçmiş olmasına rağmen okuma yazma arzusunu hiç yitirmemişti. Bağlanmıştık birbirimize harfler ve seslerle. Hiçbir derse gecikmiyor, üstelik erkenden geliyordu. Kısa zamanda çok yol aldık. Artık metinleri okuyabiliyordu. Hatta dikte çalışması bile yapıyorduk. Bize verilen sürenin sonuna yaklaştığımızı ikimiz de biliyor ama dile getirmiyorduk. Her öğretmen öğrencisinden ayrılırken hüzünlenir, yüreği burkulur ama bu bambaşkaydı benim için. Ben de en az onun bana bağlandığı kadar bağlanmıştım ona. Okuyor, yazıyor, sohbet ediyor, saatler hiç bitmesin istiyorduk. Ayrılık vaktinin yaklaştığını düşündükçe içim daralıyordu. Bu benim için böyleyse ya o ne düşünüyordu? Yok, bu böyle bitemez, dedim. Mutlaka başka bir yolu olmalı.
Şiir okumayı ikimiz de çok seviyorduk. Şiirler üzerine yorumlar yapıyor, şairin yazarken nasıl bir ruh hâli içinde olduğunu düşünüyorduk. Güzel bir şiiri yorumladığımız esnada şöyle deyiverdim:
‒ Münire teyze, kısa bir süre sonra derslerimiz bitecek. Bunca zaman sen geldin, ister misin bundan sonra ben sana geleyim?
‒ Nasıl, ben sana geleyim ne demek?
‒ Bak, artık okuyor ve yazıyorsun. Bu konuda bana ihtiyacın kalmadı. Ancak ikimiz de şiir okumayı çok seviyoruz. Birbirimize okuyacağımız şiirleri yorumlayıp sohbet ederiz ve böylece derslerimiz hiç bitmez.
O anda ikimizin de gözlerinden yaşlar akmaya başladı, birbirimize sarıldık, ağladık, ağladık…
Yıllar geçmesine rağmen birbirimize verdiğimiz sözü hâlâ tutuyoruz. Şiirler okuyor, yorumluyor, sohbet ediyoruz. Münire teyze her seferinde beni gülerek karşılıyor. Önce çaylarımızı getiriyor sonra bulduğu şiiri bana heyecanla okuyor.
Yıllar geçti. Ben Münire teyzenin ilk ve tek öğretmeni oldum, Münire teyze ise benim mezun edemediğim ilk ve tek öğrencim oldu.
Hülya SEMİZ | İSTANBUL