DİL VE MEDENİYET
Bir milletin ana dili; onun medeniyet tanımını, içeriğini ve hatta seviyesini gösterir. Dilin malzemesi kelimedir. Milletin kelime hazinesi ne kadar genişse ve ne kadar kendisini tam olarak ifade ediyorsa dil, o nispette canlanır, canlı kalır. Bir kelimenin, bir milletin gönül ve tefekkür coğrafyasından dünyaya gelebilmesi için o milletin sevincini, hüznünü, zekâsını, hissini, buluşunu, üretimini, hayata bakışını yansıtacak dil estetiğine, dil gücüne sahip olması gerekir. Bu da yetmez. Milletin ve fertlerinin düşünen, üreten, sahip çıkan, daima araştıran, moral değerlerini yaşatan ve koruyan, milletler arasında gücüne güvenen olması da gerekir. Yani millet, asırlar boyu ne kadar kuvvetli bir şekilde dünya sahnesinde var olabiliyorsa dili de o kadar büyük bir şuurla doğar, büyür, gelişir ve iz bırakarak yaşar. Bir kelimeye o dili konuşanlar arasında ihtiyaç kalmamışsa ya da o kelimenin yerine ondan daha güçlü bir kelime dil ülkesinde tahtı devralmışsa işte o zaman, o kelime ölür.
Burada “ihtiyaç” kavramı üzerinde durmak gerekir. Bir milletin gelişmeye, yenilenmeye, devamlılığını sürdürmeye, birlik ve beraberliğini tesis etmeye ve korumaya, kültürel birikimini nesilden nesile aktarmaya, tüm insanlık için patenti kendisinin olan faydalı buluş ve icatlar yapmaya, dünyada hak ettiği yerde durmaya -daha da ilerisi- bir eseri, bir patenti, bir ekolü, bir misyonu ile kendisini ispat etmeye ihtiyacı vardır. Ancak bu şekilde millet, millet olma vasfını taşıyarak ebedî var olur.
Millet için ihtiyaç demek, varlığını kabul etme ve ettirme demektir. İhtiyacını bilmek; şuurlu olmak, kendini bilmek; benliğini saran dünyayı anlamak, anlamlandırmak, tanımlamak ve anlatabilmektir. Bir millet, çağdaşları arasında ve çağlar boyu var olmak, söz sahibi olmak, istiklali ve istikbali elinde başı dik ve onurlu yaşamak istiyorsa ihtiyaçlarını, yapabileceklerini bilecek kadar kendisinin, hafızasının, dilinin, idealinin farkında olmalıdır.
Medenilik; şuurlu bir milletin kimliğini tefekkür ederek insanlık arenasında kendisine güvenen bir şekilde boy göstermesi hem kendisine hem de insanlığa katacak zengin malzemelerinin bulunması ve bunları nasıl, nerede, ne zaman, ne kadar, ne amaçla, kim ya da kimlerle, kim ve ne için kullanacağını, insanlık için nasıl seferber edeceğini bulması ve bilmesi hâlidir. Elbette ki bulduğunu ve bildiğini icra edebilecek öz güvene, donanıma ve stratejiye de sahip olursa o millet medeniyetin başmimarıdır artık.
İç dünyanızdan, benliğinizden hareketle sizin olan, sizi anlatan bir buluş, bir patent, bir eser ortaya koyup da ihtiyaç listenizi iyi bilerek, ihtiyaçlarınıza bilinçli yatırım yaparak kendinizi, ürettiklerinizi tam ve güçlü ifade eden yeni bir kelimeyi insanlığa kazandırabiliyorsanız insanlığın zihin haritasına, akıl mecrasına, yürek rotasına, aktif hayatına, ideallerine yön veren liderlerden biri de siz olursunuz bu dünyada. İşte ancak o vakit medeni olursunuz.
Kültürünüze, sanatınıza, gelenek ve göreneğinize, ilminize, millî ve insani varlığınızı kuvvetlendirecek hasletlere farkındalık ve samimiyetle sarılırsanız diliniz kendiliğinden gelişir, varlığını sürdürür, diğer dillere hükmeder hâle gelir. Diğer taraftan yalnızca sizde doğabilecek ve var olacak kelime hazinenize yani duygu, düşünce ve hayal dünyanızın en zarif, en sağlam kabı olan benliğinizin ürünü dile sahip çıkarsanız kültürünüz, sanatınız, gelenek göreneğiniz, siyasetiniz, muhabbetiniz, mefkûreniz ve insanlık sahnesinde yeriniz gelişecek ve güçlenecektir. Bu tılsımlı çarkı iyi kavrayarak ve tüm komplekslerimizden sıyrılarak dilimize yürekten sahip çıkabildiğimizde ise medeniyeti hatta ondan evvel şuuru, kimliği yakalamış oluruz.
Rânâ İSLÂM DEĞİRMENCİ | ANKARA