UĞULTULAR
Sabah telaşı, saate bakmak, çıkarıp bir de telefondan kontrol etmek, dakikalarla yarışmak, nefesinin göğsünde bir yerlerde takılıp kalması, işe ilk adım, küçük bir rahatlama, yeni mücadelelere bir kapı aralama... Elektronik ekranlar, klavye sesleri ve dışarıdan gelen seslerle beraber beynimden hiç çıkmayan bir uğultu… Sanki bu uğultuyla doğmuş gibiyim. Sahi ben çocukken, sokaklarda sek sek oynarken de var mıydı bu uğultu? Bilmiyorum, bilemiyorum, bu uğultudan düşünemiyorum, düşleyemiyorum da... Köşede duran çiçekler de rahatsız tüm bu seslerden, ara ara onlarla konuşurken de bölüyor sohbetimizi bu sesler.
Günün tarihini yazmam gerekiyor bir yerlere. Elim istemsizce beş yıl öncesini yazıyor. Oralarda bir yerlerde mi unuttum kendimi bilemiyorum. Yazdığım yıla gidiyor düşüncelerim; neler olmuştu, nerelerde unutmuştum kendimi? Aklımı alıp gelmeye çalışıyorum. Cama vuran yağmur alıp bugüne getiriyor beni.Üzgün geçen günlerimde ne yaptığımı bilmeden, kafamı toplayıp tam bir dikkatle yazıyorum tarihi. Bugün yağmur var dışarıda. Korna sesleri bölüyor yağmuru, sahi hiç gök gürültüsü duymuyorum. Eskiden korkardım gök gürültülerinden, şimdi özlediğimi fark ediyorum, ne tuhaf! Bu düşüncelerle gerçek dünyaya dönüyorum, saate bakmayı hiç ihmal etmiyorum, kendimi kaptırıyorum, sanki nefesimi tutuyorum ve bir anda zaman akıyor, ben zamanı tutamıyorum. Sahi ne oldu saatlerin bereketine? Günü 36 saat yapasım geliyor. Yine aynı şeyleri hissedersem diye korkup her şey yerli yerinde kalsın diye geçiriyorum içimden.
Yine bir yokuşun başında, bir sabah telaşında ve uğultular arasında hep yürüdüğüm o beton yolda kaldırıyorum başımı, göğü göreyim diye. Ama önce saatime bakıyorum, aman geç kalmayayım diye. Üç yıldır geçtiğim o yolda, ağaçlar arasında daha önce hiç dikkatimi çekmeyen o evi görüyorum. Önce emin olamıyorum fakat sonra eve iyice sokuluyorum. Bahçenin duvarına dokunuyorum. Hemen oracıktaki bir taşın üzerine oturuyorum. Saatimi çıkarıp koyuyorum bir yana, telaşlarımı da diğer yana. Tam karşımda, çocukluğum bana bakıyor, gözlerimi ondan alamıyorum, gözlerindeki ışık bir yumru gibi oturuyor boğazıma. Birden bugün sabah aynaya yansıyan silüetimi hatırlıyorum. Bu kez de gözlerimdeki ışığı aramaya koyuluyorum. Bir okul sırasında, bir sınav telaşında, bir bilgisayar ekranında, telefon tuşlarının arasında, inkâr ettiğim hırslarımda, bir haber kanalında, hızlı adımlarımda, yetişemediğim dost sofralarında… Her yere bakıyorum bir bir… Düşüncem bir çocukluk sabahında takılıp kalıyor yeniden. Kaygısız uyandığım günleri özlüyorum. Uğultular bölüyor tüm bu düşüncelerimi; önce çocukluğum kalkıp gidiyor gözlerindeki pırıltıyı alıp, sonra çocukluk sabahlarım ve omzumdaki hafiflik… Yavaşça kalkıyorum oturduğum taşın üzerinden, saatimi alıyorum koyduğum yerden, bakmaya cesaret edemiyorum, geç kalmışlık duygusu kalbimi sıkıştırıyor. Yine de son bir kez dönüp bakıyorum gri renklerin arasında kalmış o ağaçlara. Baktıkça hepten gökyüzüne kaldırıyorum başımı ve göğe bakarken tüm bu marazi düşüncelerim siliniyor sanki. Gökyüzü diyorum sonra kendi kendime, gökyüzü… Çocukluğum, gözlerimin ışığı, omzumdaki hafiflik… Hepsini o verecek bana. Belki bir yağmur damlasında belki esen yelde belki bereketli bir kar tanesinde… İlle de gökyüzü…
Nermin YURTBAŞI YÜRÜK | Türkçe Öğretmeni | Anadoluhisarı Ortaokulu